Umutsuzluğumuzun kökenleri
Dr. Abdulkadir TURAN 24.10.2022 12:03:48 Bu İçerik 304 kez görüntülendi.
Umutsuzluğumuzun bir yanı kadim Cebriyeden gelir, diğer yanı modern determinist düşünceden.
Cebriye, İslam âleminin ilmen aştığı ama zihniyet olarak aşamadığı bir sorundur. İnsan iradesini hiçleştiren bu akım, Hicri 2. yüzyılda ilmen tarih müzesine hapsoldu. Ama onun izleri Müslümanlar arasında bir yerlerde kendisini korudu.
Bu akımın etkisinde kalanlardan çok, zihinsel bir sapma ile o akıma doğru yol alanlar, insan eylemlerini insandan tamamen bağımsızlaştırdılar. İnsanın, insanlığın tarihsel serüveninin önüne geçemeyeceğini öne sürdüler. Dolayısıyla dünyanın gidişatına yön vermeye çalışan şahsiyetlerin azmini kırdılar. Onları dünyayı değiştirmeye çalışmaktan alıkoyma yoluna gittiler.
Bu zihniyet, Müslümanların Hicri 13-14/19-20. yüzyıllardaki yıkımlarının baş müsebbipleri arasındadır. O asırlardan bu yana, tecdit ve ihya önderlerinin girişimlerinin önündeki engellerden biri de yine o zihniyettir.
Şeyh Halid ez- Zülcenaheyn Hazretleri, bu zihniyetle mücadele etmiş ama ona tabi olan çoğu şahsiyet dahi onun bu husustaki mücadelesini sürdürmemiştir. Dolayısıyla iradesizlik ve çaresizlik ifade edip azmi kıran “Ne yaparsak yapalım, işler kendi yolunda gider!” söylemi, Müslümanların zihin dünyasına galebe çalmıştır.
Sorunlara çözüm bulmakta İslam’a yönelmek yerine, Batı’ya yönelen İslam dünyası mensupları da bu zihniyetten uzaklaşmamışlardır. Çünkü onları da determinizm tuzağı beklemiştir.
Determinizm, normalde benzer sebeplerin benzer sonuçlar oluşturacağı görüşüdür. Lâkin Marksist zihniyetin elinde cebriye ile aynı noktaya taşınmıştır.
Marksist deterministler, tarihin kapitalizmden sonra sosyalizmi getireceğine inanmışlar ve bunun önüne geçmenin mümkün olmadığını öne sürmüşlerdir. Dolayısıyla insan iradesini ipotek altına almışlar, onun eylemlerin gerçekleşmesindeki etkisini hiçleştirmişlerdir.
Determinizm, özellikle propaganda dilinde insan idaresini hiçleştirme noktasında tamı tamına cebriye ile aynı noktaya gelmiştir.
Dünyanın farklı noktalarında milyonlarca genç, tarihsel zorunluluğa inandırılarak sosyalistleşip Marksistleşmiştir.
Onların yaşadığı hayal kırıklığı ise binlerce verimli insanı intihara dahi götürebilmiştir. Diğerleri, kendilerini zevk ü sefaya vererek düşünme kabiliyetlerini tatil etmeye, umuda dair hatıralarını bastırmaya ve içinde bulundukları ana hapsolarak bedensel olarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.
Yakın tarih, bu açıdan bir tür Marksist mezarlığıdır. Hiçbir ideoloji, Marksizm kadar insanları hayal kırıklığına uğratmakta yol almamıştır.
Liberal düşünürler, neo-liberal olarak, Marksist iktisada karşı çıkmakla birlikte Marksist felsefenin sınıf çatışması ve tarihsel determinizm gibi görüşlerini devraldılar. Marksistler gibi determinizme sahip çıktılar. Onlardan farklı olarak tarih, zorunlu olarak bizi liberalizmin iktidarına götürüyor. Bundan ötesi yok dediler. Kendileri gibi liberal düşünmeyen herkesi Propaganda dilinde, çağdışı, akıldan mantıktan mahrum, henüz yeteri kadar gelişmemiş olarak etiketlediler.
Sıradan bir Müslüman genç, İslam toplumunun zihninde kök salan Cebriyenin etkisi altındadır. Çevre koşulları, ona şifahi olarak iradesizlik inancını, çaresizlik hissini aşılar. Aynı genç, okul yıllarında determinist propagandaya maruz kalır. Ona bu kez eğitim üzerinden, gizlenmiş mesajlarla iradesizlik ve çaresizlik öğretilir.
Cebriyeci anlayış, geçmişi değiştirme yönünde irade sahibi olmadığını öğretirken determinist anlayış onu, dayatılan yenilik anlayışından başka bir çıkış yolunun olmadığına inandırır.
Cebriyeci anlayış, onu geçmiş konusunda etkisizleştirirken determinist anlayış, ona ya Marksist ya liberal olmak zorunda olduğunu öğretir.
Cebriyeci, dünyayı değiştiremezsin; determinist, dünya sadece bizim istediğimiz yönde değişir, der. Kendisini onların etkisinden kurtarmayan hakkı bulamaz, hakkı bulsa onda sebat edemez.
Nihayet genç, bu iki zihniyet arasında; dünyaya merhameti, şefkati, insanîliği hakim kılma yönünde değiştirebileceği inanç ve hissiyatından uzaklaşır.