HÜDA PAR GÜNDEM DEĞERLENDİRMESİ
HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Serkan Ramanlı, iç ve dış gündemi değerlendirdi.
Siyaset 30.11.2022 11:07:08 Bu İçerik 3102 kez görüntülendi.
LÜKS TÜKETİM ÜRÜNLERİNDE İTHALAT KISITLANMALIDIR
En son Ekim ayı dış ticaret verilerine göre ihracatın ithalatı karşılama oranı 20,5 puan azalarak yüzde 72,7 olmuştu. Bu dönemde, enerji hariç ihracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 89 olarak gerçekleşmişti. İhracat artarken ithalatın daha büyük bir hızla artması, cari açık sorununu büyütmektedir.
Enerjiden sonra en ciddi ithal kalemleri yatırım ve ara mallardan oluşmaktadır. Artan ihracatın yerli üretimden ziyade ithal ara mallara dayanması nedeniyle daha fazla üretim ve ihracat yoluyla cari açığın kapanması ve dolayısıyla enflasyonun düşürülmesi hedefi bir türlü gerçekleşmemektedir.
Ülkeler, kritik zamanlarda yerli üreticinin korunması ve öngörülemeyen riskler gibi saiklerle ithalatta birtakım kısıtlamalara gidebilmektedir. Dış ticaret açığının zirve yaptığı, yüksek enflasyonda dünya rekorunun kırıldığı şu kriz döneminde hem iç hem de dış piyasalar öngörülemeyen risklerle doludur. Bu dönemde nihai bir çözüm olmasa bile dengelerin yerine oturması için zorunlu mal ve ürünler dışında kalan, özellikle lüks tüketim kapsamına giren ürünlere ithalat kısıtlaması getirilmelidir. Keza iç piyasada arzı konusunda dönemsel sıkıntılar yaşanan gıda ürünleri başta olmak üzere temel tüketim maddelerinde ölçülü şekillerde ihracat kısıtlaması uygulanmalıdır. Bu durum arz-talep dengesi oluşturacağı için hem fiyat spekülatörlerini kontrol edecek hem de günübirlik hal alan fiyat artışlarını bir nebze de olsa frenleyecektir.
FATURALARINI ÖDEYEMEYENLERİN ELEKTRİĞİ KESİLMEMELİDİR
Mecliste soru önergesine konu olan ve faturasını ödeyemediği için elektriği kesilen abone sayısı, yılın ilk yedi ayında 236 bin 617 olarak açıklandı. Enerjide dışa bağımlı olmanın bir yansıması olarak elektrik ve gaz faturaları gerçekten de el yakıyor. Bunun yanında dışarıya bağımlı olmadığı halde su faturalarının da elektrik faturalarından geri kalır yanı yoktur.
Ekonomik krizin, artan hayat pahalılığının, enflasyon karşısında eriyen ücretlerin durumu ortadayken faturaları ödemekte zorlanan abonelerin elektrik, gaz veya sularını kesmek sosyal devlet anlayışıyla asla bağdaşmamaktadır. Elektriği, gazı veya suyu kesmek yerine şu zorlu süreç atlatılana kadar hiç değilse zor durumda olanları idare etmek gerekir. Dar gelirli aileler için uygulanan destek politikalarının kapsamı genişletilmeli, ödenemeyen elektrik, doğal gaz ve su borçları ya faizsiz ertelenmeli ya da taksitlendirilmelidir. Borcunu zamanında ödeyemediği için abonelerin elektriği, doğal gazı ve suyu kesilmemelidir.
BAŞÖRTÜSÜNE ANAYASAL GÜVENCE TEKLİFİ MECLİSE DERHAL SUNULMALIDIR
Başörtüsüne "Mecliste anayasal güvence, olmaz ise referandum" tartışmalarına ve akabinde “Anayasa değişikliği teklifi bu hafta meclise geldi, gelecek” açıklamalarına rağmen hükümet tarafından bu konuda hala somut bir adım atılmış değildir.
Tesettür ve başörtüsü Yüce Rabbimizin açık bir emri olmasına rağmen geçmişte despotik devlet anlayışıyla ülkeyi idare etmiş olanlar, yıllarca halkımızın inancına ve kılık-kıyafeti başta olmak üzere yaşam tarzına pervasızca müdahalelerde bulunmuş ve milyonlarca insanı mağdur etmiştir. Mevcut iktidarın sadece bir yönetmelik değişikliği yaparak topluma nefes aldırdığı böyle devasa ve yıllarca devam eden sorunun, seçim ve siyaset malzemesi yapılmadan kalıcı bir şekilde çözüme kavuşturulması siyasi partiler açısından bir samimiyet testidir. Ancak gelinen aşamada gerek iktidar gerekse muhalefet cenahından başörtüsü meselesinin çözümüne ilişkin yapılan açıklamaların samimi ya da siyasi bir hamle olup olmadığının bir önemi de kalmamıştır. Önemli olan başörtüsü meselesinin kalıcı bir şekilde çözüme kavuşturulmasıdır. Ayrıca temel bir hak olup gasp edilen ve son tartışmalar ile toplum tarafından bir an önce çözüme kavuşması beklenen başörtüsü meselesi, hiçbir partinin tekelinde de değildir. Ezcümle; başörtüsüne güvence olacak anayasa değişikliği teklifi derhal meclise sunulmalı ve herkes bu konuda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.
SAPKINLIK PROPAGANDASI SUÇ KAPSAMINA ALINMALIDIR
Nesli ifsat eden akımlara karşı dünya genelinde yavaş da olsa bir bilinçlenme ve farkındalık oluşmaktadır. İnsanın biyolojik varlığını tehdit eden sapkınlıklar, inanç ve kültürleri farklı olsa da bütün insanlığın ortak sorunudur. Uzun zamandır Türkiye’de sapkınlığın meşrulaştırılması ve yaygınlaştırılması için planlı ve programlı bir şekilde hareket edilmektedir. Pek çok yapım şirketinin ve dijital platformların filmleri, dizileri ve yayınları bu zararlı akımların propagandasına alenen hizmet etmektedir. Türkiye’de ise devlet kurumları, olan bitene sadece seyirci kalmakta, dahası bunu bir özgürlük alanı olarak görmekte, bu sebeple müdahale etme gereği bile duymamaktadır.
Aile yapısının ve nesil emniyetinin tehdit altında olduğunu fark eden ülkelerden biri olan Rusya, geçtiğimiz günlerde sapkınlığın propagandasını yapan kişilere ve kurumlara ağır para cezaları öngören bir yasa çıkardı. Buna göre sapkınlığın propagandasını yapan medya kuruluşlarına 5 milyon rubleye kadar para cezası verilecek. Sigaranın bile reklamının yasak olduğu Türkiye gibi bir İslam ülkesinde ise İslami ve insani açıdan kabul edilemez olan sapkınlıkların propagandasına müsaade edilmekte ve tedbir namına hiçbir adım atılmamaktadır. Anayasada ailenin kadın-erkek vurgusu üzerinden yeniden tanımlanması kadar sapkınlığın propagandasının suç kapsamına alınması da acil bir ihtiyaçtır. Bu adımların atılmasında tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nin feshinde olduğu gibi on yılı bulan bir gecikmeye veya ihmale asla mahal verilmemelidir.
DEPREME KARŞI ALINACAK TEDBİRLER İHMAL EDİLMEMELİDİR
Düzce’de 23 yıl sonra meydana gelen depremde 1999 depreminde oluşan can kayıplarının ve yıkımların görülmemiş olması halkımızı bir nebze rahatlatmıştır. Bu vesile ile depremzedelere geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Depremin yine uyku vaktinde bizlere hatırlatılmış olması artık gaflet uykusundan uyanmamızı ve bu ölümcül felakete karşı vakit kaybetmeden hazırlık yapmamızı gerektirmektedir. Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği yüz yıllık deprem istatistiklerinden ve yakın geçmişte meydana gelen Gölcük, Düzce, Van, Elazığ ve İzmir depremlerinden sonra tekrar Düzce depremiyle de teyit edilmiştir. Bu sebeple depreme dayanıklı şehirleşme ve yapılaşmanın devlet eliyle hızlandırılması gerekmektedir.
Uzmanların sürekli uyarıda bulunduğu büyük Marmara depremi meydana gelmeden önce başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi ve bütün Türkiye’de kentsel dönüşümü hızlandırmak hayati önemdedir. Türkiye nüfusunun ve sanayi alt yapısının büyük oranda yer aldığı Marmara Bölgesinde bir deprem meydana gelmesi halinde yıkım, ölüm ve çöküş ülke için korkunç bir sonuç doğuracaktır. Kentsel dönüşüm için kamu ve özel teşebbüs iş birliğinin yapılması zorunludur. Devlet, vatandaşları deprem konusunda bilinçlendirmeli, özel teşebbüse bürokratik ve finansal her türlü desteği sağlamak suretiyle kentsel dönüşümü kolaylaştırmalıdır.
ÖĞRENCİLERİMİZ CUMA NAMAZINA SORUN YAŞAMADAN GİDEBİLMELİDİR
Geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Erbaş'ın, öğrencilerin cuma günü camide namazda olması gerektiği şeklinde bir açıklaması oldu. Söz konusu açıklama geç kalınmış olsa da yerinde bir açıklamadır.
Bir İslam ülkesinde öğrencilerin cuma namazına gidememesi kadar acı bir olay olamaz. Bilindiği üzere tüm Hristiyan ülkelerinde pazar günü tatildir. Dileyen her Hristiyan pazar günü hiçbir sıkıntı yaşamadan ibadetini yapabilmektedir. Ancak ne acıdır ki ülkemizde öğrenciler cuma günü, cuma saatinde okuldadır. Cuma namazına gitmek isteyen öğrenciler birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalmaktadır. Her türlü sosyal etkinlik okullarda çok rahat yapılabiliyorken, ibadet konusunda ise sürekli sorun yaşanmaktadır.
Hükümet bu soruna müdahale etmeli ve gerekli adımları derhal atılmalıdır. Daha önce memurların Cuma namazına gidebilmesi için saat düzenlenmesi yapılmıştı. Benzer bir düzenleme öğrenciler için de yapılmalıdır. Bir İslam ülkesinde farz olan bu ibadeti yerine getirmek isteyen gençlerimiz Cuma namazına gitmekte sıkıntı yaşamamalıdır.
SURİYE VE MISIR’LA HALKLARIN MENFAATİ İÇİN İLİŞKİ KURULMALIDIR
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, uzun süredir ilişkilerin dondurulduğu Mısır ve Suriye ile görüşmelerin yeniden başlayacağı sinyalini verdi. Türkiye’nin Suriye ve Mısır yönetimleri ile kuracağı ilişki ön şartsız olmamalıdır. Mısır’da Müslüman Kardeşler Teşkilatı başta olmak üzere muhaliflere yönelik baskılar hala devam etmektedir. Ülkede yüzlerce muhalif haksız yere ağır hapis ve idam cezalarına mahkûm edilmiştir. Suriye’de ise 11 yıldır devam eden iç savaşta siviller hedef alınmaya devam edilmekte ve rejim, savaşın sona ermesi için adım atmaktan kaçınmaktadır.
Bölgede Müslüman halkların yararına, yönetimler arası diyalog ve ilişkinin kurulması önemlidir. Ancak ilişkilerin kesilmesine sebep olan gerekçeler göz ardı edilmemeli, çözüm odaklı bir strateji belirlenmelidir. Mısır’da cunta yönetimiyle görüşülecekse öncelikle muhaliflere yönelik baskının sona erdirilmesi, idam cezalarının durdurulması yönünde çağrıda bulunulmalıdır. Suriye’de ise öncelikle süresiz ateşkes sağlanmalı, yeni anayasa yazımı ve mültecilerin güvenli geri dönüşü konularında iş birliği yapılmalıdır. Suriye ve Mısır yönetimleri ile ilişkiler, sadece devlet çıkarları uğruna değil mazlum halkların menfaatleri de gözetilerek kurulmalı ve geliştirilmelidir.